1917’de Çarlık Rusyası’nın yerine Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla birlikte, Lenin önderliğinde dış siyasette Marksizm ve insan hakları gibi söylevler verilerek dünya kamuoyunda demokratik bir imaj çizilmeye çalışılıyordu. Ancak iç işlerinde durum hiç de öyle değildi. Eşitlik, adalet, özgürlük gibi kavramlarla iktidara gelen Kızıl Bolşevikler, Rusya’da devlet eliyle Çeka gibi terör örgütlenmeleri kurarak burjuvazi denilen sınıfa ve halk kitlelerinin mallarına el koyuyorlardı. Hatta Çeka askerleri, köyleri basarak elinde iki çift ayakkabı olan insanları “neden iki tane var?” diyerek katlediyorlardı. Açlık yüzünden ölenlerin ve katledilen insanların sayısı milyonları buluyordu.
1919 yılında başlayan Türk Milli Mücadelesi, emperyal devletlere karşı olduğu için Sovyet Rusya, bu mücadelede Ankara Hükümeti’ni ciddi bir şekilde destekliyordu. Hatta Meclis’te Türkiye Sosyalist Partisi gibi partiler kurularak Sovyetlerin desteği alınmaya çalışıldı. 1924 yılında Lenin’in ölmesi sonucu başa geçen Stalin, 1950’lere kadar Sovyet Rusya’da insan aklının almayacağı mezalimler gerçekleştirecekti. Bu dönemde 10 milyonun üzerinde insanın savaş ve açlık nedeniyle öldüğü söylenir.
1939 yılında Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başlayan İkinci Dünya Savaşı, Sovyet Rusya’nın yıllardır düşman gördüğü emperyal devletlerle ittifak kurmasını sağladı. Aslında aynı şekilde Batı Bloku’nun da Sovyetlere ihtiyacı vardı, çünkü Almanların doğu ve batı cephesinde eşzamanlı savaşması, Batı Cephesi’ndeki devletlerin işine geliyordu. Polonya’yı Ruslarla birlikte işgal eden Almanya, Sovyetleri sadece amacına ulaşmak için kullandı. Adolf Hitler’in komünizme tarihsel bir düşmanlık beslediği söylenebilir.
1945 yılında savaşın Müttefik Devletler tarafından kazanılmasıyla birlikte, kazananlar arasında Sovyet Rusya da vardı. Sovyet Rusya’nın savaş süresince büyük bir yükü üstlendiği söylenebilir. Bu nedenle Sovyetlerin Müttefik Devletler’den bazı talepleri vardı. 1945 yılında gerçekleştirilen Yalta Konferansı sonucu, Milletler Cemiyeti’nin yerine kurulan Birleşmiş Milletler’e dahil olmak isteyen devletlerin Almanya’ya ve Japonya’ya resmen savaş ilan etmesi gerektiği kamuoyuna duyuruldu.
İkinci Dünya Savaşı
İkinci Dünya Savaşı’nda denge ve tarafsızlık politikası uygulayan İsmet İnönü liderliğindeki Türkiye, BM’ye katılmak için Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Ancak Stalin’in tavrı Balkan devletlerine ve Türkiye’ye karşı dostane değildi. Sovyet Dışişleri Komiseri Molotov, Rusya Büyükelçisi Selim Sarper’e bir nota vererek Türk boğazlarında egemenlik talep etti ve Kars, Ardahan gibi illerin Sovyetlere iade edilmesini istedi.
1925 yılında Türkiye ile Sovyetler arasında imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması, on yılda bir yenilenmesi gereken bir anlaşmaydı. En son 1935 yılında imzalanan anlaşmanın bir daha imzalanmayacağı, Dışişleri Komiseri Molotov tarafından Selim Sarper’e iletildi.
Savaş sırasında Sovyetlerden kaçan çoğunluğu Türk ve Müslüman asıllı göçmenler, Yozgat’ta bir kampta tutuluyordu. Bu göçmenlerin Sovyetlere iadesi talep edilmekteydi. İade meselesi oldukça hassas bir konuydu, çünkü geri verilen mültecilerin sınıra girer girmez kurşuna dizilecekleri hem Türk yetkililer hem de kamptakiler tarafından biliniyordu.
İsmet İnönü’nün savaş sırasında tutunduğu tarafsızlık politikası ve Sovyetlerle arasını açmak istememesi nedeniyle, 240 kadar çoğunluğu Türk ve Müslüman olan esirler, mütekabiliyet esası çerçevesinde iade edilmeye karar verildi. Mütekabiliyet esasına göre denilse de, Türkiye’den Sovyetlere iltica eden kişi sayısı kayıtlarda sadece üç kişiydi. Yani aslında ortada bir eşitlik yoktu.
İsmet İnönü’nün kararlılığıyla alınan bu iade kararı, Türk tarihinde bir ilkti. Zira Osmanlı Devleti bile Rusya ile savaşı göze alarak İsveç Kralı 12. Karl’ı (Demirbaş Şarl) ülkesinde himaye etmişti. Yine aynı şekilde, 1848 yılında Macar ve Polonyalı devrimciler Osmanlı Devleti’ne sığınmış ve himaye edilmişlerdi. Ancak bu sefer durum farklıydı. İade edilen mülteciler Türk asıllı bile değildi ve arşivlerdeki bilgilere göre bu kampta tutulan mülteciler, Türklükleri yok sayılarak Rus uyruklu olarak kaydedilmişti.
İsmet İnönü döneminde, ırkçı-Turancı davası nedeniyle milliyetçi aydınlara işkenceler yapılmış ve hapis cezaları verilmişti. Bu tutum, Sovyet Rusya’nın kalbini kazanma umuduyla gerçekleştiriliyordu. İade edilmesi planlanan mülteciler arasında, Sovyetler’den kaçarak Almanya’ya sığınmış olan ve 1945 yılı başında Almanya’daki Türk öğrencileri Türkiye’ye getiren İsveç bandıralı vapur ile Türkiye’ye sığınan Kızılordu Subayları Enver Anar (Enver Kaziyef) ve Kadri Başaran (Adem Kardeşbeyli) de yer alıyordu. Bu iki subay, Türkiye’deki akrabalarının yanından alınarak Kars’ta Sovyetler’e teslim edildi.
İltica edenler iki gruba ayrıldı ve ilk grup olan yaklaşık 190 kişi, askeri araçlarla götürülerek Karkandele demiryolu köprüsünde Sovyet askerlerine teslim edildi. İade işlemi gerçekleştikten sonra, yaklaşık 195 kişi Sovyet askerleri tarafından hemen oracıkta kurşuna dizildi.
Kılıç Ali, İstiklal Mahkemeleri’nin üst düzey isimlerinden biri ve Atatürk’ün en yakın adamlarından biriydi. 1952 yılında Kılıç Ali, konu hakkında bir köşe yazısı yazarak iade edilenlerin “Bizi öldürün fakat Moskof’a teslim etmeyin” dediklerini kaydetti. Kılıç Ali, mültecilerin Kars’ta tüm kıymetli eşyalarını halka dağıttıklarını, bağırarak ağladıklarını ve Bolşevikler tarafından katledildiklerini yazdı. Teslim edilen mülteci sayısını 200 kişi olarak veren Kılıç Ali, İsmet İnönü’yü iade kararından dolayı Damat Ferit ile Vahdettin’e benzetip, istibdat kurmakla suçlayarak acı bir dille eleştirdi.
Bir mültecinin şu sözleri oldukça hüzün vericidir: “Altı senedir Sivas’ta yaşıyorum, evlendim, çoluk çocuğum var ve şimdi ölüme gönderiliyorum.” Teslimatı yapan yedek subay Posta Müfettişi Reşad’ın, Rusların teslim aldıkları mültecileri acımasızca katletmelerini canlı olarak izlemek zorunda kaldığı ve bu yüzden sinirleri bozularak tedavi gördüğü iddia edilmiştir. 1951 yılında Adalet Bakanı Rükneddin Nasuhioğlu, Posta Müfettişi subay ile ilgili kendisine sorulan soruya “bilgisi olmadığı” cevabını vermiş, ancak olayı da yalanlamamıştır.
Mütekabiliyet esasına göre, Sovyetler Türkiye’den iltica eden üç askeri bulamadıkları gerekçesiyle Türkiye’ye vermemiştir. İade işleminden sonra ikinci gruptaki 50’ye yakın kişinin iade işlemi iptal edilmiştir. Ancak bu kişiler de ömürlerini her an Sovyetlere iade edilme korkusuyla yaşayacaklardı. Sovyet idaresinin benzer olaylarda daha önceki yıllarda gösterdiği yaklaşım, iade edilen mültecilerin yaşamasına izin verilmeyeceğini açıkça göstermekteydi.
Her ne olursa olsun, insanları bilerek ölüme göndermek büyük bir suçtur. Hatta Reha Oğuz Türkkan, İsmet İnönü’ye şu sözleri söylemiştir: “Türk tarihinde kara leke olarak anılacaksınız.” Sovyetlere yaranmak için yapılan bu iade işlemi, aslında Sovyetler için hiçbir şey ifade etmemiş, onların düşmanca tavırlarını değiştirmemiştir. Olan, oracıkta şehit olan kişilere ve ailelerine olmuştur.
Şu mısralarla bitirmek isterim:
- Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası. - Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası. - Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni. - Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.