Süleyman Askerî, 1884 yılında Prizren’de doğmuştur. Dünyaya gözlerini açtığında, bağlı olduğu devletinin asırlar önceki zaferleri ve savaşlardaki inanılmaz üstünlüğü gitmiş, artık hezimetin hüküm sürdüğü ve her çeşit milletin isyan ettiği, rüşvetin kol gezdiği, komitacıların ve emperyalistlerin hüküm sürdüğü bir coğrafyada dünyaya gelmiştir.

Süleyman Askerî, askeri rüştiye ve idadiden mezun olduktan sonra harp okulundan da başarılı bir kurmay yüzbaşı olarak mezun olur. Manastır’da üç yıl boyunca görev alan Süleyman Askerî, bu bölgede İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden Kuşçubaşı Eşref gibi önemli isimlerle tanışmıştır.
Görev yıllarında, hasta imparatorluğun Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp bölgesini işgal etmek için İtalya, Osmanlı’ya savaş ilan etmiştir. Ne yazık ki Osmanlı Devleti, bu savaşı protesto etmekten başka hiçbir şey yapamamıştır. Ama o barut öksüren fedailer yerinde durur mu hiç?
Enver Paşa, Sait Halim Hükümeti’ni ikna ederek Trablusgarp’a gönüllü subaylarını, yerel halkı teşkilatlandırmak ve silahlı eğitim vermek amacıyla göndermiştir. Bu gerilla savaşında, ileride dünya tarihini değiştirecek komutanlar arasında Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref, Süleyman Askerî gibi daha nice subaylar görev almıştır.
Sait Halim Paşa Hükümeti, subayları Trablusgarp’a göndermeden önce onlardan bir söz alır:
“Eğer İtalyanlara yakalanırsanız, bizler Osmanlı Devleti’nin resmi politikalarına karşı duran bir avuç maceraperestiz. Her ne yapıyorsak şahsi irademiz ile yapıyoruz.”
Trablusgarp komutanlarından Ferhat Paşa ise şu şekilde cevap verir:
“Çıplak ayaklı, paçavralar içindeki yurtseverleriz biz. Osmanlı bizi terk ederse, ülkemiz üzerindeki haklarından vazgeçtiğini bildireceğiz. Trablusgarp Cumhuriyeti’ni kuracağız. O zaman, bizlerin Trablusgarp’ı nasıl savunacağını göreceksiniz.”

Süleyman Askerî ve daha nice subaylar, İtalyanları Libya sahillerinde tutmayı başarmış, güneye doğru herhangi bir taarruz yapmalarına izin vermemiştir. Direnişlerinde ise gayet kararlı bir tavır sergilemişlerdir. Ta ki şu söz onlara gelinceye kadar:
“Rumeli elden gidiyor.”

1912 yılında Karadağ, Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan, Osmanlı’ya karşı savaş açarlar.
Yüzyıllardır tek vali ile yönettiğimiz halklar, hasta adama karşı isyan bayrağı çekmişti. Bir zamanlar Mohaç Savaşı’nda iki saatte bütün Macaristan’ı topraklarına katan Osmanlı Devleti, şimdi ise düşmanların 7 günde Edirne’ye kadar girmesiyle çöktüğünü gösteriyordu.
Milli Şairimiz Mehmet Akif, bu vahim olayı şöyle anlatır:
“Karadağ haydudu, Sırp eşeği, Bulgar yılanı,
Sonra Yunan iti, çepeçevre kuşatsın vatanı…
Târümâr eyleyiversin de bütün ordumuzu,
Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu.
Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa,
Kimi bin türlü fecâ’atle çekilsin kucağa…”

Balkan Savaşı patlak verdiğinde, şerefli subaylarımız hemen Balkanlar’a geçerek Afrika’da son Osmanlı toprağı olan Libya’yı düşmanlara teslim etmek zorunda kalıyordu. Akıllara şu sözler gelir:
“Ereğli’de kömür Fransız! Haydarpaşa’da demir Alman! Yalnız Yemen’de dökülen kan Türk! Üstünde ölüp altında gömülecek kadar bir toprak; bu mu memleket?”

Savaş bittikten sonra Londra Antlaşması’na göre Edirne dahil bütün Rumeli topraklarımızı düşmana teslim etmiş oluyorduk.
Ardından Balkan devletleri, Osmanlı’dan kalan toprakları birbirleriyle taksim edemediği için aralarında bir savaş çıkar ve bu savaşı fırsat bilen Osmanlı Devleti, Edirne’yi yeniden topraklarına katar. Ayrıca bazı Balkan devletleri, yüzyıllardır orada yaşayan Türk ve Müslüman halklara eziyet etmiştir. Zulüm gören Türkler, mecburi olarak Anadolu’ya göçmüştür.

Batı Trakya’nın hâlâ Yunan ve Bulgarların elinde olması, bazı şerefli subayları ve devlet adamlarını harekete geçirir. Enver Paşa önderliğinde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa örgütü toplanır. Enver Bey, bu gayriresmi teşkilatı 116 kişi ile Batı Trakya’ya taşır. Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askerî, bu teşkilatın liderleri arasındaydı.
Dimitriyef ve Domuzciyef çetelerini yok eden bu kahramanlar, Ortaköy, Koşukavak, Mestanlı, Kırcaali’yi düşman işgalinden kurtarır. Enver Paşa’nın “Daha ileriye gitmek tehlikeli olabilir” telgrafına uymayan Süleyman Askerî ve Kuşçubaşı Eşref, yeni katılan gönüllülerle daha da güçlenerek 2 gün içerisinde Gümülcine ve İskeçe’yi de düşman işgalinden kurtarırlar.

31 Ağustos 1913’te Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi (Batı Trakya Geçici Hükümeti) kurulmuş ve reisliğine de Salih Hoca getirilmiştir. Hükümet kurulduktan sonra Genelkurmay Başkanı Süleyman Askerî olur ve Türk komitacılar askeri birlik statüsü kazanır. Ancak Osmanlı Devleti’ne baskılar bitmeyince bu hükümet bağımsızlığını ilan edecek ve ismi Batı Trakya Cumhuriyeti olacaktır.

Süleyman Askerî’nin yazdığı Batı Trakya Türk Cumhuriyeti Milli Marşı:

 

 

“Ey Batı Trakyalı asil Türk çocuğu ne mutlu sana,
Sen hayat verdin kanınla millî kurtuluş savaşına.
Yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına,
Selam duruyor milletler senin şu millî bayrağına.
Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu.
Düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu.
Şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına,
Bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına.
Yurtta hürriyetin, istiklâlin rüzgârı esiyor,
Kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor.
Bu şanlı millî istiklâl savaşından asla dönülmez!

Karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!
Biz, millî istiklâl için Meriç’i, Karasu’yu aştık,
Bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık.
Balkanlarda şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık,
İlk defa hürriyet meş’alesini biz yaktık.
Bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
Karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!
Binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız,
Şu steplerin kurdu, arslanı, göklerin kartalıyız.
Mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınalar andırır,
Savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır.
Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak, yaşayacak!
Terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!
Ey şirin Batı Trakya!… İşte nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar!… Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak,
Şu bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak!”

Aynı zamanda çalışmalarını gayriresmi olarak yürüten Teşkilat-ı Mahsusa, 1913 yılında resmi bir oluşum olarak devlet istihbarat örgütü olarak ortaya çıkmıştır. Ve ilk umumi genel başkanı Süleyman Askerî Bey’dir.

Avrupalıların baskısına dayanamayan Osmanlı Devleti, Batı Trakya’yı Bulgaristan’a bırakır. Osmanlı, 25 Ekim 1913 tarihinde Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni kendi eliyle yıkar…

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile birlikte Enver Paşa, Süleyman Askerî’yi Irak Cephesi’ne tayin eder. İngilizler, bu bölgeyi zengin ham madde olan petrol açısından önem veriyordu. İngilizler Basra’yı işgal etmiş, Bağdat’a doğru taarruza çıkmışlardı. Enver Paşa, Süleyman Bey’i Basra Valisi olarak tayin ettikten sonra, bir müddet Süleyman Bey Irak Cephesi’nde başarılı müdafaaları komuta etmiştir.

Görevi sırasında yerel halk olan Arapları teşkilatlandırarak İngilizlerin silah ve teknoloji gücüne karşı lehine kullanmayı düşünüyordu. Ancak işler istediği gibi gitmedi.
Yüzyıllardır Arapları kutsal ırk olarak gören ve hatta Hicaz Yarımadası’na saygısından Müslüman ve Türk askeri sokmayan şanlı ecdadımız, Araplara hiçbir millete göstermediğimiz kadar özgürlük ve çeşitli seçim hakları tanımıştı. Ancak Arap toplulukları, sanki artık bize din değiştirmiş bir mürteci olarak bakıyordu, tıpkı Emevilerin “İslam’ın sadece Araplara indiği” düşüncesi ile aynıydı.

Şuaybiye mevkisinde İngilizlere karşı bir taarruz düşüncesi içinde olan Süleyman Askerî, Türk ve Arap neferlerini mevkiye getirerek uygun bir zamanda onlara taarruz emrini verdi. Türk askerler mevkilerinden yalın kılıç koşarak “Allah Allah” diye bağırırken, arkalarına baktıklarında Arapların kılını kıpırdatmadığını görmüşlerdir. Araplar bir nevi Haçlıların safına geçmiş, din kardeşlerine ihanet etmişlerdi. Askeri sayı bakımından yetersiz duruma düşen Türk askerlerimiz ağır bir mağlubiyet almışlardır ve aynı zamanda koskoca Basra Valisi ve Komutanı Süleyman Askerî, iki bacağından vurulmuş bir şekilde sedyede savaşı yönetiyordu. Şu sözleri tarihe geçmiştir:
“Böyle müşkül ve hayati bir zamanda nasıl harbe seyirci kalıyorsunuz? Köpekler bile kendi mahallesine yabancı sokmaya izin vermiyor.”
İşte Türk askerinin fedakarlığını ve vatan aşkını yansıtan bu kahramanlıklar, Türk tarihinde hiçbir zaman yok olmayacaktır.

Savaşı kaybettiğimizi anlayan kurmaylar, Süleyman Askerî’yi uzaklaştırmak ister ve hızlı bir şekilde karargaha götürürler. Süleyman Askerî, savaş alanına baktığında Arapların yerde yatan Türk askerlerinin cesetlerini yağmalamaya başladıklarını ve güldüklerini görür.
Bu vahşet manzarası karşısında Süleyman Askerî’nin kalbi mantığına üstün gelmiş, tabancasını eline alarak şakağından ateş ederek gördüğü şeylerin psikolojisini kaldıramayarak intihar etmiştir. Kısa bir süre sonra Şûra-yı Devlet tarafından kendisine şehit unvanı verilir.

Tarihimizdeki birçok şerefli Türk askeri ve subayı gibi nice isimlerden birisidir. Ruhları şad olsun…

Batı Trakya Devleti Bayrağı
Shares:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir